Genel Başkanımız Temel Karamollaoğlu, ESAM Çarşamba Konferansları kapsamında "İkinci 50 Yılında Milli Görüş; Tecrübesi, Hedefleri ve İdealleri" başlıklı konferansını verdi.
Bu dönemin son konferansı olduğunu belirten Genel Başkanımız Karamollaoğlu Milli Görüş’ün 50 yıldan fazla bir geleneğe sahip geçmişte farklı zamanlarda farklı şartlar altında ülkemizin idaresine damga vurmuş bir anlayış olduğunu belirterek şunları söyledi:

“Bugün hem içinde yaşadığımız ülkemiz hem de dünya ciddi bir değişime maruz kaldı. Her yerde kavga var, Ortadoğu kan gölüne döndü. Avrupa’da Rusya-Ukrayna savaşı ciddi bir gelişmeye sahne oluyor. Güney Amerika, hallaç pamuğu gibi atıldı neredeyse. Afrika'da da başka yerlerde de maalesef benzer çatışmalar, benzer gelişmeleri hep birlikte mütala ediyoruz, müşahede ediyoruz. Tabii benim yönümden bu toplantının bir özelliği de e Saadet Partisi Genel Başkanı olarak uzun bir süredir yürüttüğüm görevi Allah nasip ederse bu ay sonunda yeni bir kardeşimize, arkadaşımıza devredecek olmam, onun için biraz da veda konuşması gibi olacak. Cenab-ı Hak inşallah bundan sonraki çalışmalarımızı hayra vesile kılar. 

BİZİM HAREKETİMİZ ERBAKAN HOCAMIZIN ÖNDERLİĞİNDE ÇIKTI

Bizim özellikle hareketimiz kendiliğinden ortaya çıkmış bir hareket değil. Erbakan Hocamızın önderliğinde ciddi bir çalışma ortaya konuldu. Ben Erbakan Hocamızın hareketine baktığım zaman üniversiteden mezun olup Avrupa'ya gitmesi, doktorasını yapıp Türkiye'ye dönmesi o dönemdeki ortaya attığı fikirlerin Avrupa'da da çok büyük kabul görmesi neticesinde kendisine orada kalıp bu çalışmalarını sürdürmesi istenince; ‘Hayır ben kendi memleketime dönüp orada çalışacağım’ diyerek Türkiye'ye gelmesi. Erbakan Hocamızın hem lise yılları hem de üniversite yılları aslında Türkiye'mizde bir değişimin yaşandığı dönem 1940’lar. Bunu hiçbir zaman unutmamamız lazım. Birçok konuda baskı var ama bir bakıma da yavaş yavaş topluma açılma var.

TOPLU İĞNE BİLE ÜRETİLMEYEN TÜRKİYE’DE MOTOR ÜRETTİ 

Ama Erbakan Hocamız ilmi çalışmalara önem veriyor. Kendisi meşrep olarak büyük alimlere hürmet duyduğu için onlarla da irtibatını kesmiyor. Üniversitede şuurlu bir kadro yetiştirebilmek için çaba har harcıyor. Önünü hemen kesiyorlar. Kendisi doçentliği kazanıyor ama daha ileri bir noktaya gelmesine izin vermiyorlar. Onun üzerine de ben ne yaparak bu topluma içinde yaşadığım topluma faydalı olurum derken ben makine profesörüyüm, ihtisasım motor. O halde bizim ilk atacağımız adımlardan birisi Türkiye’de bir motor fabrikası kurmak olmalı diye düşünüyor. Toplu iğne bile yapılmayan bir ülkedeyiz ve neticede öyle bir harekete girişiyor. 1957. Tabi bilmeyenler bu konuda biraz farklı düşünebilirler. Kendisi böyle bir çalışmayı gerçekleştiriyor. 1957'de muazzam bir ekonomik bunalım yaşıyor Türkiye. Buna rağmen bu engellerin üstesinden geliyor ve bin dokuz yüz altmışta ihtilalden iki ay önce motor fabrikasını kuruyor. Açılışı yapılıyor, arkasından ihtilal oluyor. İhtilalciler hocamıza başta bulunanlar sahip çıkıyorlar. Hatta o zaman Erbakan Hocamızın ilk hükümette sanayi bakanı yazıldığı fakat yolda farkına varıldığı için isminin bilaharede değiştirildiği, çıkarıldığı o listeden anlatılıyor. Erbakan Hocamızın bu hamlesini ihtilalin başındakiler takdir edince kendisine bir takımım imkanlar sağlamak istiyorlar. Fakat karşılaştıkları manzara bir ifade beni ne kadar aciz bir noktadaymışız diye üzüntüye sevk ediyor. İhtilalin başındaki bir orgeneral. Ben de ne istersem veririm diyor. O da diyor ki ben generallere hitap etmek isterim ya bundan daha kolay bir iş olmaz. Generallere hitap nedir ki siz toplayın. Generallere hitap ediyor. Konuşmasının sonunda o zaman tabi karartılıyor. Mekan vesaire… Herkesin ışıklar açılıp da manzara ortaya çıkınca bir kısmının gözyaşlarını tutamadığı görülüyor. Neticede generallerle oturuyor. Şimdi size bir sizden bir talebimiz var. 

Biz Türkiye'de motor yapmayı başardık. Bu sadece motordan ibaret değil. Motor parçalarını da üretiyoruz. Sizin bu konuda hangi talebiniz olursa biz bunu karşılayabilecek durumdayız. İşte insanın içini parçalayan bu kadar cahil bir insan nasıl general olmuş, arkasından da nasıl levazımın başına geçmiş anlamak mümkün değil. Hocaya söylediğini biliyor musun? Ya hoca sen bunları bize veriyorsun da karşılığında para istiyorsun. Amerikalılar bedava veriyor, bedava diyor. 
Allah böyle insanlardan bu memleketi korusun. Ne manaya geldiğinin farkında bile değil. Kendi sözlerinin Türkiye'yi Amerika'ya adeta devretmiş, satmış gibi. Şu onun arkasından maalesef bir ambargoyla karşı karşıya kalıyor. Bütün gücüyle ülkede çeşitli konularda üretimi gerçekleştirebilmek için bir çabanın içine girerim diye düşünüyor. Ben ülkedeki bütün şehirleri dolaşırım ve oralardaki müteşebbisleri harekete geçirim. Sonunda ne oluyor? Bir de bakıyor ki bu müteşebbislerin her biri Amerika, Avrupa'dan ithalat yapan firmaların mümessilleri. Hiçbirisinde bir şevk, bir heyecan biz yapalım düşüncesi yok ama orada ısrarlı kalıyor. 

Odalar Birliğinin genel sekreterliğine kadar geliyor. 1967 yılında ben Türkiye'ye döndükten sonra Erbakan Hocamızı o zaman tanımıştım. Tevafukan bir yerde ve Erbakan Hocamızı tanıdıktan sonra ha hakikaten onun bütün fikirleri bize etkiledi. Ve kendisi Odalar Birliği'nde genel sekreterlik pozisyonunu kazanınca kendisine verilince o zaman döviz serbest değil. Odalar Birliği özel sektörün dövizini karşılıyor. Otuz milyon dolar vermişler. Sadece tekstil sektörünün talebi otuz milyon dolar. Ama bize bir buçuk milyon dolar ayrıldılar. Hadi bunu dağıt biz de aldık. En azından yetmiş dolar yüz dolar. Yüz elli dolar isteyenler var. Küçücük bir parça ithal edecek edemiyor. Altı yüz yedi üç kişiye dağıttık biz. O bir buçuk milyon doları. Neticede bu rakamlar hükümete gittiği zaman dediler ki siz bu işi beceremiyorsunuz. Bizim altı yüz yedi yüz kişiye verdiğimiz doları onlar üç beş kişiye verdiler. Böylece bu işin nasıl yapıldığını da öğrenmiş olduk. Bu anlattığım çok ama çok önemli bir hadise, çok önemli bir konu. 

SİYASETE GİRMESİNDE ODALAR BİRLİĞİ SEÇİMLERİ ETKİLİ OLDU

Biz ülkemizi ayağa kaldıracağız, iş adamlarımızın en ufacık talebini bile karşılamaktan aciziz. Bugün şartlar çok değişti. Benim bunu anlatmamın sebebi şu; hangi süreçten geçtikten sonra Erbakan Hoca siyasete girme kararını aldı. Odalar Birliğini ben hocayı genel sekreterlikten aldılar, o da ben o zaman Odalar Birliği Genel Başkanlığına adayım dedi. Vazgeçmedi kazandı. Bu sefer seçimleri iptal ettiler işte 1969 yılında Odalar Birliği Genel seçimleri iptal edilince bu şekilde Erbakan Hoca; ‘şimdi anladım ki siyasete girmeden Türkiye'nin problemlerini çözmek mümkün değil’ kararını böylece verdi. Biz o zaman Devlet Planlama Teşkilatında çalışan uzmanlarız. Bizimle beraber çalışan arkadaşlarımızın büyük bir kısmı Erbakan Hocamızın talebeleri. 

ESAM NASIL KURULDU?

19 kişi bağımsız aday olarak seçime girdi. Sadece Erbakan Hoca kazandı. Arkasından bu kadar sözün neticesinin nereye geldiğini söyleyeceğim. Daha partiyi bile kurmadan dedi ki bizim meclisteki çalışmalarda çok büyük dokümanlara, bilgiye ihtiyacımız var, işte bu bilgileri toplamak için bizim ESAM diye Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi isimli bir kuruluşa ihtiyacımız var. ESAM böyle kuruldu. 

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi. Aslında ben sonradan devreye girmiş olmama rağmen kuruluşunda ilk imza atanlardan birisi de ben deniz oldum. İlk rapor neydi? Ortak pazar o zaman Türkiye'nin bir numaralı meselesi olarak görülüyor. Biz ortak pazara girmeli miyiz? Girmemeliyiz. Gireceksek nasıl girmeliyiz? Ortak pazarın faydası, zararı ne? Koskoca bir rapor hazırlandı. O rapor ESAM için hazırlanmış olmasına rağmen çalışmaların hepsi Makine Mühendisleri Odası kapsamında yapıldı. Hem Kahraman Emreoğlu hem Bahri Zengin hem Cevat Ayhan Cenab-ı Hak hepsine rahmet eylesin. Bunların tamamı bu çalışmaların içinde oldular ve koskoca bir rapor ortaya çıktı. Bizim Ertan. Ya tabii biz hayatta olan olanları değil, hayata veda edenleri hatırlıyoruz. Hakkını veda ediyoruz. Ertan Bey kardeşim aslında benim tabii Türkiye'de bu arkadaşlarımızla devreye girmem ilk defa Ertan Beyle oldu. Ben Sümerbank adını okuduğum için döndüm. Sümerbank'ta proje müdürlüğünde göreve başladım. Birinci veya ikinci gün Cuma Ertan Bey oradaki eskiden o kendisi orada bulunduğu için arkadaşları ziyarete geldi. Senin adamın geldi dediler. 

Kimmiş bizim adamımız işte cumaya giden bir kardeşimiz. Biz Ertan Beyle tanıştık, cumaya gittik arkasından Allah rahmet eylesin. Muammer Dolmacıyla İngiltere'de tanışmıştım. Onunla görüştük. O Turgut Bey de yeni müsteşar olmuş onu aradı tabi lisan bilen pek yaygın değil. O zaman Türkiye'de Turgut Beyle de görüşünce hemen talimatını verdi. Sümerbank'tan alın. Ben o gün veya bir gün sonra Devlet Planlama Teşkilatında göreve başladım. Yani Ertan Bey’in öncülük ettiği bu çalışmalar neticesinde, görüşmeler neticesinde. Tabii o zaman Devlet Planlama Teşkilatında üniversitede Erbakan Hocamızın talebesi olan idealist, kendi konularında uzman çalışkan becerikli bir kadro toplandı. Bu kadro Türkiye'nin nasıl idare edilmesi, hamleleri nasıl yapması gerektiği konusunda çok ciddi çalışmalar yaptı. Allah rahmet eylesin. Muammer Dolmacı abimiz de o zaman Yabancı Sermaye Dairesi Başkanı olarak bunu sağlayan en önemli kişilerden bir tanesiydi. Yani ben bunu sadece 50 yıl önce yaklaşık ESAM nasıl kuruldu, neden kuruldu, ilk çalışmalarda kimler vardı, bunlar hangi çalışmaları yaptılar, bugüne nasıl geldik? Bunu ifade etmek için anlattım.

DAHA GENÇ DİNAMİK GENEL BAŞKAN SEÇECEĞİZ

Onun için biz de bazı şeyleri yeniden belki sizlere hatırlatacağız ama dediğim gibi bu bir defa bir veda konuşması. Saadet Partisi Genel Başkanı olarak bendenize böyle bir görevi arkadaşlar epeyce bir zaman önce tevdi ettiler. Bugünlere geldik. Aslında kongre zamanı iki ay sonra, daha çabuk üç ay sonra olacaktı. Fakat ben rahatsızlığım sebebiyle bunu daha uzun bir süre devam ettiremeyeceğim kanaatine geldim. Bundan dolayı da kongre tarihini erkene aldık ve süratle gerçekleştirme kararındayız. Arkadaşlarımızla yeni bir genel başkan belirleyeceğiz. O genel başkanın etrafında ciddi bir çalışma yapacağız. Daha gen, daha dinamik… Ben kendimi de gençlere sıfırdan kattığım için daha genç diyorum. Yani yoksa ihtiyarladık, pilimiz bitti, bundan sonra bu çalışmaları yürütemeyeceğiz diye değil ama bu çalışmaların hakikaten bir insanın ömrünü bu işe tahsis etmesiyle mümkün olacağına inandığım için bunu söylüyorum. 

AHLAK VE MANEVİYAT OLMADAN KALKINMA OLMAZ

Biz bu çalışmalara başlarken sloganlar itibariyle Erbakan Hocamızın çeşitli vesilelerle gündeme getirdiği konuları esas aldık. Onun için biz bu harekete başlarken önce ahlak ve maneviyat düsturunu benimsedik. Şuna samimi olarak inanıyorum. Ahlaki ve manevi değerler ihya edilmeden bir ülkede hiçbir ciddi kalkınmanın yapılması, çalışmanın yürütülmesi mümkün değil. Ahlaki ve manevi değerler dediğimiz zaman çok özet olarak söyleyeceğim. Aslında adalet de ahlaki ve manevi değerlerin bir parçasıdır. Adalet olmadan huzur olmaz, adalet olmadan barış olmaz. Ama sadece adalet… bir hayır israf yolsuzluk… Ahlaki değerlerin ihya edilmesi. Biz bunların tamamına itibar etmekle mükellefiz. Biz devlet malını korumakla mükellefiz. Yüze yapılacak bir işi üç yüze yapıp aradaki farkı paylaşmak bizim inancımıza sığmaz, yakışmaz. Bundan dolayıdır ki biz önce ahlak ve maneviyat prensibini en önemli prensip olarak benimsiyoruz. Kalkınmanın temelinde bunun yaptığına inanıyoruz. Bu lafla geçiştirilecek bir şey değil. İsraf dediğiniz zaman israf ne manaya geliyor? İsraf bu memleketin temel problemlerini çözmeye fayda sağlamayacak olan harcamalardır. 

Bizim yola ihtiyacımız yok mu? Elbette var. Köprülere var, havaalanlarına var. Oturulacak daha mükemmel, daha rahat binalara var, güzel şehirlere var evet bunların hepsine ihtiyacımız var. Ama biz bu ülkeyi ayakta tutacak yatırımlar yerine bunlara bütün ağırlığımızı verirsek iflas ederiz muhterem arkadaşlarım. Geçimini sağlayamayan bir adamın ev alması gibi. Geçimini sağlayamayan bir adamın lüks bir araba satın alıp ayağını yerden kesmesi gibi. Bir yerden bir yere seyahat ederken otobüsle gidebileceği halde uçakla gidebilmesi, gitmesi gibi. Bunlar aslında çok basit meseleler. Ama önemli konular. Onun için biz israf dediğimiz zaman bunu çok daha farklı bir anlamda ifade ediyoruz. Bir ülkenin güçlenmesi, ayağa kalkması, iktisadi problemlerini çözmesi, ülkede yaşayan her insana iş bulacak teşebbüslere girmesi veya bunları desteklemesi, geçimini sağlayacak kadar bir ücreti hak etmesi, sahip olması ücrete bütün bunlar kalkınmanın temel prensipleri. 

AYA GİDECEK FÜZELERİ GELİŞTİRİYORUZ AMA EMEKLİNİN KARNI DOYMUYOR

Kalkındık aya bile gidecek füzeleri geliştiriyoruz. Ama emeklinin karnı doymuyor hiç sıkılmadan ben bunu hakikaten anlayamıyorum. Hiç utanmadan açlık sınırı 15-16 bin lira diyeceksiniz, emekliye de diyeceksiniz ki 10 bin lirayla geçin. Nasıl bir mantık ya. Allah rızası için emekli insan kim? Ömrünü bir yerde çalışarak bu ülkede faydalı bir hizmet yapmaya çalışmış insan. Ya bir fabrikada çalışmış ve ya bir devlet müessesesinde çalışmış ama bu ülkeye faydalı olmak için çalışmış. Ondan sonra da ona diyorsunuz ki sen açlık sınırının altında bir ücretle geçimini sağla. Bu aslında ona karnını doyurmasan da olur, aç kalsan da olur demekten başka mana ifade etmez. Onun için biz sadece ve sadece ahlaki ve manevi değerler dediğimiz için bizim manevi duygularımızı tatmin etme babında söylemiyoruz. Ahlaki ve manevi değerler denildiğinde genelde maalesef ben bunu maalesef derken küçümsemek için demiyorum. Haşa hep cinsellik akla geliyor. Yok ya bu dediğimiz özelliklerin hepsi ahlaki ve manevi değerlerin içine girer. Helal kazanç, önem vermek ahlaki ve manevi değerlerin içine girer. Biz bunu sağlamakla mükellefiz. 

KALKINMA HAMLESİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK MECBURİYETİNDEYİZ

Onun için hemen onun arkasından gerçekleştirmek mecburiyetinde kaldığımız kalkınma hamlelerini, ülkemizin bu temel problemlerini çözecek tarzda yapmalıyız. Havaalanından önce yoldan önce yüksek binalardan özellikle daha önce biz bu ülkemizi ayağa kaldıracak, işsiz insanımıza iş verecek, onun geçimini sağlayacağı kadar bir ücrete kavuşması için çaba sarf edecek kalkınma hamlesini gerçekleştirmek mecburiyetindeyiz. Bu o kadar önemli bir konu ki biz burada bugünkü zihniyetle hemfikir olmamız mümkün değil. 

Elin gavuru kendi insanına en yüksek ücretleri veriyor. Açlık sınırında ücret alan kimse yok yurt dışında Avrupa'da özellikle Amerika'da. Ne demek açlık sınırı ya bu adamın diğer giderleri var yani biraz işe ileri giderek söylüyorum. E çocuklarını yaz gelince tatile götürecek, götürmesin mi diyor? O halde onu da karşılayacak kadar bir ücret almalı bu çalışan insan. Ama bizde açlık sınırı bile az görülüyor. Ben kendi kanaatimi burada ifade edeyim. Çok açık ve net. Hangi süreçli olur bilmem ama eğer biz bir gün nasip olur da iktidara gelirsek bu sürenin 1,5-2 seneyi geçmemesi icap ettiği kanaatindeyim. Nedir o? Arkadaş asgari ücret açlık sınırı değil yoksulluk sınırı dediğiniz sınırda olmak mecburiyetinde. Adı üstünde yoksulluk sınırı. Yani bu sınırın altında ücret alan herkes bir yerde yoksun. Bazı ihtiyaçlarını karşılayamıyor. E biz buna rıza gösteremeyiz ki. Amma da yüksekten gidiyorsun ha diyenler içinizden olabilir. Bu rakam elde edilsin. Türkiye ve doğru bir yatırım politikasıyla patlar yatırımlarda, kalkınmada biz bunun örneğini iş gördük mü? Tabi biz söylüyoruz, biz dinliyoruz. Biz söylüyoruz da biz de tam dinlemiyoruz. Çünkü dinlemiş olsak, bunu tam olarak idrak etsek bu davaya daha büyük bir şevkle sarılırız ya. Erbakan Hoca son hükümetini 1996’da kurdu. İktidara geldiği zaman devlet yetkilileriyle hükümetle sendikalar arasında çekişme var. Yüzde 20 mi yüzde 30 mu? Devlet yetkilileri diyor ki yüzde 20’nin üzerinde vermemiz mümkün değil. Paramız yok paramız. Sendikalar da diyor ki ne demek ya yüzde 30’un altında bir zam razı değiliz. Mesut Yılmaz Allah taksiratını affetsin giderayak dedi ki verdim yüzde 30’u. Bunu hatırlıyor muyuz tabi yaşı 25, 30'u dersek 40, 50’yi geçenler hatırlar. Bu dediğimize 27 sene olmuş. 

27 sene önce bunlar telaffuz edildi. Erbakan Hoca geldi Tansu Çiller’le bir hükümet kuruldu. Çağırdı devlet yetkililerini getirin bakayım hesaplarınızı getiremediler. Devlet kendi hesabına bile sahip değil. Onlara bir veya iki ay müsaade etti. Tekrar geldiler. Hoca rakamlara baktığı zaman vay canına ya biz ne kadar zenginmişiz. Kullandığı ifade bu oldu. Ne demek yüzde 30 biz yüzde 40, 45-50 bile veririz. Geciktirmemek için ilk hamlede yüzde 50 verdi. Yılbaşına kadar iki zam daha yapıldı. Birisi yüzde 25, birisi de yüzde 20. Toplam yüzde 125’in üzerinde bir zam askerler de bizim biraz daha ihtiyacımız var dediler. Onlar biraz daha fazla zam aldılar. Üç beş civarında yüzde 125. Neye karşı yüzde 30’u veremeyiz diyenlere karşı. Onun için ben diyorum ki bugün bize bu idare teslim edilsin. Şundan emin olun ki biz açlık sınırının çok üstünde bir zammı derhal veririz. Sıkıntı çekeceksek evet hep birlikte çekeriz. Öyle şey mi olur? Siz belli insanların bu sıkıntıyı çekmesine rıza göstereceksiniz. Belli bir kısım insan da yan gelip yatacak adeta. 

HAYALLERİ BİZİM YAPABİLECEKLERİMİZE YETİŞMEZ

Bugünkü mantığı taşıyanlar hayalleri hakikaten bizim yapabileceklerimize ulaşamaz. Mantık farklı onlar bunu imkan dahilinde bir şeyler yapmaya çalışırız. İmkanımızın üzerine çıkaramayız diye görüyor. Biz de diyoruz ki hayır biz önce gerekli olanı yaparız, sonra da imkanı temin etmeye çalışırız. Aslında bu imkan var, bu ülke zengin, yeter ki siz parayı israf etmeyin. Yüze yapılacak bir işi üç yüze yapıp iki yüze aranızda paylaşmayın Allah aşkına ya. Dediğimiz bundan ibaret.

İşte bu noktada biz ahlaki ve manevi değerler bundan dolayı ülkemizin kalkınmasının temelini oluşturur. Biz o ilkelere sahip çıkarsak ve diğer problemleri de rahatlıkla çözeriz. Bundan emin olun israf kalksın. Bizim anladığımız manada. Türkiye birdenbire ne kadar da zengin bir ülkeymişiz noktasına gelir. Tekrar söylüyorum mantık değişecek, arkadaş lüzumsuz yere sene de bilmem üç yüz beş yüz uçağın inme garantisi verilen bir havaalanına senede bir uçak inecek ve aradaki masrafı devlet o inşaatı yapan adamı ödeyecek. Vay sahtekar vay. Böyle bir mantık olur mu Allah aşkına ya, böyle bir yaklaşım olur mu?

Genel Başkanımız Mahmut Arıkan: "Suriye Meselesi Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin En büyük Güvenlik Sorununa Dönüşmüştür!" Genel Başkanımız Mahmut Arıkan: "Suriye Meselesi Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin En büyük Güvenlik Sorununa Dönüşmüştür!"

Onun için biz eğer iktidar nasip olsun demin söylediğim israf mahiyetinde yani bugün yapılmasa keyfe keder olacak hiçbir yatırıma zırnık para ayırmayız. Son zamanlarda birden bire bir baktık sizler de görüyorsunuz illerde ilçelerde kaymakamlık binaları, belediye binaları, adalet sarayları. Onlar saray demekten de çekinmiyorlar. Belediye sarayı demiyorlar. Ben utanıyorum ya hakikaten utanıyorum ya. Belediye başkanı dediğin insan küçük bir dairede kendi elemanlarının da oturduğu yerde bütün işlerini görür. Aklımızın ucundan bile geçmedi. Ben belediye başkanlığı yaptığım dönemde yeni bir belediye inşa edelim diye. Oturduğumuz bina yetiyor. Ha bir iki yerde başka şeye ihtiyacımız var. Onlar için de başka yerlerde küçük imkanlar hazırladık.

Onun için yaklaşım çok önemli. Biz bu Türkiye tekrar söylüyorum yollar, bunlar daha kolay anlaşılır diye. Yollar, havaalanları, köprüler, yüksek binalar, devlet daireleri… Bir tane bile devlet dairesinin inşaatına izin vermeyiz. Kalsın ya mecbur muyuz yani herkesin saraylarda oturmasına. Onun için bizim yaklaşımımız hiçbir zaman başkalarıyla ölçülemez, ölçüşemez. Bundan dolayı da biz buralardaki israfı ortadan kaldırıp, işte o israftan devletin kasasına kalan paralardan çalışıp karnını doyuramayan insanın giderini, ihtiyacını karşılarız. Karşılamak mecburiyetindeyiz ya.

YATIRIMLARI ANADOLU’DA YAPALIM

Bu dediğim ciddi bir yaklaşım ister. Biz bugün Türkiye'de başlatılan bu fuzuli yatırımların büyük bir kısmının önünü kestiğimiz zaman ha tarımda, hayvancılıkta, madencilikte muazzam bir imkana kavuşuruz. Türkiye'nin İstanbul yani şöyle söyleyeyim ben İstanbul'a, İzmir'e, Bursa'ya karşı bir tavrım yok ama buraların artık yeni yatırımlara ihtiyacı yok. Buralarda oturan insanların terk ettikleri evlerinin çevresinde bu yatırımlara ihtiyaç var. Biz bu yatırımları Anadolu'da yapalım. Bir başlangıç olarak devrim mahiyetinde bir değişiklik meydana gelir. Ha bunun dışında yeter mi bu hayır biz her ilde bilahare bu illeri de kümeleştirerek, devletin, iş adamlarının ve oradaki üniversitelerin teknik elemanlarıyla bir araya gelen teknoloji merkezleri kuracağız. Bunların daha verimli çalışabilmesi için işte biz bugün parti çalışmalarımızda Türkiye'yi dokuz bölgeye ayırdık. Daha rahat bir çalışma yürütebilmek için dokuz ildeki bu birimleri de bir araya getirirsek çok ciddi fikirlerin üretildiğine şahit oluruz. Bizim insanımız emin olun fikren çok üretken şaşarsınız neleri imal edebileceğimize ve biz o imalatı Avrupa'daki, Amerika'dakilerin çok daha önünde daha verimli bir şekilde gerçekleştiririz. İnsanımız doğup büyüdüğü kentte bu imkanlara kavuşur. Zor bir şey değil. Karar vereceksiniz. Adalet Türkiye'de nasıl sağlanır mesela? Adaletin Türkiye'de sağlanmasının bir tane ilacı var yöneticilerin karar vermesi. Ben adalete müdahil olmayacağım. Bunun gerçekleştiğinin işareti ne olur? Yetkili makamlarda bulunanlar hakim önüne çıkıp ceza aldığı zaman o cezayı uygulayacaksın, ertelemeyeceksin. Adalet mülkün temelidir. Durduk yere söylenmemiş ki, işte buralarda yapılacak yatırımlar da emin olun aynı mahiyettedir. Türkiye çok kısa bir zamanda dünyanın gözdesi haline gelir. Ha bizim bu çalışmalarımıza rıza gösterdiler mi? Lafından bile hoşlanmazlar lafından bile. Çünkü bir gün gerçekleşirse onların karşısında onlarla rekabet edebilecek çok daha güçlü bir Türkiye, Türkiye'yle birlikte çok daha güçlü bir İslam alemi meydana gelir.

FİLİSTİN YANIYOR

İslam alemİ bu bakın bu kadar perişanlığı ömrümüzde görmedik desek yeridir.

Filistin yanıyor. Gazze her gün Allah'tan korkmayan adamlar, çadırları, ambulansları, hastaneleri bombalıyor. Medeniyetin güya ölçüsünü koyan Batı utanmadan bu katliamları görmezden geliyor. Batıyla biz nasıl bir araya geleceğiz? Onların bu sahtekarlıklarına nasıl rıza göstereceğiz, nasıl evet diyeceğiz? Onun için onlar bize hiçbir zaman rıza göstermezler. Biz kendi gücümüzle gelirsek bir mana ifade eder. Bu güç kim? Burada bulunan arkadaşlarımız olarak sizlersiniz. En önce onu söylüyorum.

Allah nasip eder de kongremizi yaptığımız zaman bir yeni genel başkan, bir yönetim kurulu, genel idare kurulu teşekkür edecek, ilk kongrelerimizde de bu davayı yürütecek insanlar görev alacak. Ama bu ideallerle önce kendileri inanacak ki biz Türkiye'mizi bugünkü halden kurtaracak anlayışa sahibiz. Tek siyasi partiyiz. Bizim dışımızda kimse bu inanca gelemez, bu inancı taşıyamaz. Havsalası almaz.

Erbakan Hocamızın meşur yani sadece Erbakan Hocamızın değil söylenen bir söz vardır inanç tekeden süt çıkarır, tekeden süt çıkar mı ya? Ama diyor ki inanırsan çıkar, inanmazsan boşuna teşebbüs etme yapamazsın. Sen bir koyunu bile sağmaktan acizsin. Nerede kaldı tekkeden süt çıkarmak? Kim yapacak bunları bizler sizler birlikte yapacağız. Biz birbirimizin de seçisi olacağız. Birbirimizin noksanını, eksiğini görüp deşifre edip ‘bak bu arkadaşımız beceremiyor’ diyeceğimize o eksikleri biz örteceğiz. Onların kabiliyetlerini öne çıkarıp onlarla birlikte çalışacağız.

SANAYİDE VE TEKNOLOJİDE ÖNE GEÇMEDEN TÜRKİYE’Yİ GÜÇLENDİREMEYİZ

Başka türlü bu mesele halledilemez. Biz sanayide ve teknolojide öne geçmeden Türkiye'mizi güçlendirmemiz mümkün değil. Problemlerini çözmemiz mümkün değil. Bu bir anlayış meselesi, bu bir yaklaşım meselesi. Ya bu kadar da yüksekten uçup gitme diyebilir arkadaşlarımız. Ya çok hayalperestsiniz, siz de bu hayallerle nereye götüreceksiniz? Ben size bunların hayal olmadığını sadece ve sadece Erbakan Hocamızın son başbakanlığında attığı adımla ortaya koydu. Şaka değil ya yüzde 30 veremez. Türkiye batar denilen bir dönemde yüzde 125 zam yapıp ve Türkiye'de enflasyonu yüzde 125’lerden 75’lere düşüren başka kimse var mı? Bunlar söz ben de burada dile getiriyorum. Ne oluyor? Söylüyoruz bir mana ifade etmiyor. İnanacağız, inandığımız zaman bütün gücümüzü ortaya kor bu engelleri böyle aşarız, insanları böyle inandırırız. Erbakan Hoca o zamları yaptı o zaman Bayram Meral Türk-İş genel başkanı. Bizimle de toplu sözleşmeler yaptığı için gelip gidiyor tanıyorum. Mecliste gördüm dedim ki Bayram bey bak şimdi senin üzerine bir görev düşüyor. Şu kürsüye çıkacaksın Erbakan Hocaya bu kadar çalışan insana zam yaptığı için teşekkür edeceksin ifadesi ne oldu biliyor musunuz? Dedi ki ya Temel Bey dalga mı geçiyorsun? Ben sendika başkanıyım. Bizim talebimiz yüzde 30. Adam yüzde 130 verdi bizi rezil etti. Ben nasıl çıkıp da teşekkür edeyim. Şimdi bu mantıkta olan bir insan sendika başkanı değil de ne olursa olsun problemi çözebilir mi? Çözemez. Derdi kendi itibarını korumak, çalışan insanın hakkını almak değil. Bunun için özellikle Milli Görüşçüler kendilerini bu ülkenin problemlerini çözecek diğer partilerin hiçbirisinin bu problemleri çözemeyeceğini iyi anlamak, bu problemleri çözebilmek için de çok ciddi adımlar atmamız gerektiğini idrak etmekle başlar. Erbakan Hocamızın hayatını ben en son noktayı söyledim. Bu da çok önemli. Biz kendi kendimize tabular oluşturmuşuz. Bu tabulara da ölümüne bağlanmışız. Söz gelimi 1950'den sonra CHP kim? Dinsiz, imansız adamlar, bunlara selam bile verilmez, bir araya gelinmez. Erbakan Hoca 1999 yılındaki, 69 yılındaki seçimlerden sonra meclise girdi. Sonra seçimler yenilendi. Arkasından da diğer partilerle görüşüldü. Kimse tek başına hükümet olamadığı için bizimle koalisyon kurmaya razı olmadı. Ecevit'le koalisyon kuruldu. Vay kim diyor bunu? Dört dörtlük Müslümanlar anlı secdeden kalkmayan ama kafasını çalıştırmayan, kendisini bambaşka bir yere teslim etmiş olanlar. Şuna bak ya biz bu adamı Müslüman zannediyorduk. Dışı yemyeşil, iç de kıpkırmızı komünist. Bunu bile idrak edemeyen insanlar Türkiye'yi nasıl yönetecek? O dönemde atılan adımlar olağanüstüdür. İmam hatip okullarının açılması ilk defa sonuna kadar, başörtüsü meselesi, imam hatip mezunlarının her yerde görev alabilmeleri. Çok basit bir mesele gibi gözükür hacca gidenler sadece uçakla gidebiliyordu o zaman. Ha bir de karayoluyla Irak üzerinden giderlerse, o da mümkünse tam her zaman mümkün değil. Niye kolera mikrobu varmış hikmeti ilahi her hac zamanında bu kolera mikrobu nasıl bir şeyse geliyor. Suriye'ye yerleşiyor, hac mevsimi geçiyor, pılısını pırtısını toplayıp gidiyor. Biz geldik ödü koptu bir daha Suriye'ye uğrayamadı. Suriye yolu açıldı. O sene yüz binin üzerinde hatırımda kaldığı kadar insan hacca kara yoluyla gitti. Basit bir adım ama önemli bir adım. Ne zaman yapıldı bu ilk koalisyonda. Sonra af konusu geldi gündeme. Af konusunda dini bütün arkadaşlar bizim dediler ki Hocam biz bu Ecevit’e güvenmeyiz. E bunlar şimdi af kanununda biz şiddete bulaşmamış kişileri affedeceğiz. Solcular var 141-142. Bir de Müslümanlar var 163. Biz 141-142’ye oy veririz 163’e gelince onlar oy vermezler. Ecevit' ile konuş yer değiştirt. Konuş Ecevit'e rıza gösterdi ama bu dini bütün adamlar sözlerinde durmadı. Bilahare 141 ve 142'yi reddettiler. Bu nasıl bir inanç ya? Bu nasıl Müslümanlık? Sonra bunlar ne yaptı biliyor musunuz? 1967 yılında seçimlere giderken tek tek o zaman televizyon yaygın değil yok veya. Çıktılar Ecevit’in tüm televizyonu vardı onun dışında çıktılar. Bunlar radyolardan on beş din adamı, bunlar. Erbakan'a güvenilemeyeceğini, bundan dolayı da Milli Selamet Partisi’nden istifa ettiklerini duyurdular. Bu kadar alçaldılar. Ha sonradan bunların içinde bir kısmı geldi, ihtilal oldu, herkes perişan oldu Erbakan Hocadan helallik dilediler de iş işten geçtikten sonra. Ama onlardan bir kısmının ben darülacezede hayata veda ettiğini biliyorum. Cenab-ı Hakk'ın huzurunda nasıl hesap verecekler kendileri bilirler ama Erbakan Hocamızın karşılaştığı manzaraları bilesiniz diye."

Editör: Saadet Gündem